15 Temmuz 2019 Pazartesi

Sevgili Karım Barbro 5

Tüm yaşantımız değişmiş gibiydi artık. Manavın hayali, günlerce bizimle birlikte yatağımıza girdi. İkimiz de mutluyduk. Hem de çok. Bulabildiğimiz her fırsatta sikişiyorduk. Gerçi ben gündüzleri işe gidiyordum ama, akşamları, tam birer sikiş maratonuna dönüştürüyorduk. Karım da gündüzleri sokağa çıkıyor, sonra da eve döndüğümde bana kaldırdığı sikleri, erkeklerin onu sikebilmek umuduyla çevresinde nasıl pervane gibi döndüklerini, nasıl gözleriyle siktiklerini anlatıyordu. Sonunda yine çılgınlar gibi sikişiyorduk. 

Perşembe akşamı eve geldiğimde, Barbro da yeni dönmüştü galiba. Kapının önünde duran poşetlerde, yeni alınmış ayakkabılar vardı. Onu mutfakta, buzdolabının önünde su içerken buldum. Önü boydan boya düğmeli, küçücük bir giysi vardı üstünde. İncecik ve ipek gibi kaygan kumaşında bej renkler hakimdi. Kolsuzdu ama önden boynuna kadar düğmeliydi. Ne var ki, üstteki düğmeler, memelerinin arasına kadar açıktı. Beline, hatta kalçalarının üst kısmına kadar, iyice oturuyordu giysi. Ama eteği boldu ve akıl almayacak kadar da kısaydı bu arada. Kalçalarının hemen altında bitiyor ve o inanılmaz güzellikteki bacaklarını, neredeyse tümüyle meydanda bırakıyordu. Ayaklarında da, alabildiğine yüksek topuklu ve dekolte, arkaları açık ayakkabılar vardı. Görüntüsüyle, sikimin bir anda kalkmasına neden olmuştu yine. Sokulup kollarımın arasına aldım ve öpüşmeye başladık. Boynuma sarılmış ve karnını karnıma yaslamıştı. Daha ilk anda dilimi yakalayıp ağzına çekti ve emmeye başladı. Heyecanlanmış olduğu belliydi. Bana anlatacağı bir şeyler olduğunu anladım hemen.

- "Anlatmayacak mısın olanları..." diye sordum ağzımı onunkinden kurtararak. 

- "Ohhhh tabii ki anlatacağım sevgilim... Ayakkabı aldım kendime..."

- "Poşetleri gördüm... Ama ben onu sormuyorum ki..."

- "Senin sorduğunda da ayakkabı almamla bağlantılı da ondan sevgilim... Gel benimle..."

Birlikte kapının önüne gittik. Oradan ayakkabı poşetlerini alıp salona yürüdü Barbro. Ben de peşinden tabii. Yürürken gözlerimi, onun, kıpır kıpır oynayan ve inanılmaz bir tahrik edicilikle çalkalanan kalçalarından alamıyordum bu arada. Büyük kanepenin önünde, poşetlerin içindeki ayakkabı kutularını çıkarıp yere koydu. Beş çift ayakkabı almıştı. Kendi kanepeye oturdu ve bana baktı. 

- "Yeni ayakkabılarımı denememe yardımcı olur musun sevgilim..." dedi sonra da.

Biraz şaşırmıştım ama itiraz etmeden kabullendim istediğini. Mecburen önünde çömelmek zorunda kalmıştım. Dizleri yüzümle aynı hizadaydı şimdi. Birden ne yapmak istediğini anladım. Ayakkabıcıda neler olduğunu, uygulamalı olarak anlatmak istiyordu bana. Müthiş heyecanlanmıştım yine. Sikim alabildiğine kalkmıştı. 

- "Böyle miydi..?" diye sordum.

- "Böyle başladı sevgilim..." dedi dizlerini birbirinden hafifçe ayırarak, "Ama sonra böyle devam etti..."

Şimdi neredeyse kasıklarına kadar görebiliyordum. Öldürücü bir manzaraydı doğrusu. Ayakkabıcı ne olmuştu acaba.

- "Nasıl biriydi..." diye sordum bu sefer de, "Anlatsana..."

- "Çok gençti sevgilim... 18-19 yaşlarında olmalıydı her halde... Esmer ve yakışıklıydı..."

- "Eğer şu anda benim seyrettiklerimi seyrettiyse, kafayı yemiştir her halde..."

- "Acele etme sevgilim... Ohhh n'olursun acele etme... Önce bana ayakkabılarımı giydirmeyi denesene bir..."

En yakındaki kutuyu elime alıp açtım. Metalik altın renkli, yalnızca bir kaç banttan yapılmış bir çift ayakkabıydı bunlar. Sonra elimi uzatıp Barbro'nun ayak bileğini tuttum ve ayağını hafifçe kaldırıp, ayakkabısını çıkarmaya çalıştım. Şimdi külotunun olmadığı kesinlikle belli oluyordu artık. Oğlan uçmuş olmalıydı. 

- "Ohhh sen de tıpkı o tezgahtar çocuk gibi çarpıldın sevgilim... O da böyle kaldı önümde... Ona da söylediğim gibi, sana söylemem lazım herhalde... Öbür tekini de giydirmeyecek misin..?"

Ellerim heyecandan titreyerek söylediğini yaptım. Ayağa kalkıp bir kaç adım attı ve ayaklarına baktı. Sonra tekrar oturdu kanepeye. Şimdi iyice sıyrılmıştı eteği. Beklemeye başladı. Öbür ayakkabıları da giydirmemi beklediğini anlıyordum. Başka bir kutudan bir çift ayakkabı daha çıkardım. Ayağındakileri çıkarmaya çalışırken, bana yardımcı olmak istermiş izlenimini de verebilecek öyle hareketler yaptı ki bacaklarıyla, kuduracak gibi oldum. Ama asıl darbe, yenilerinin ikisini de giydirmemden sonra geldi. Ayaklarından birini havaya kaldırıp baktı Barbro. Ama benim gözlerim, şimdi açıkça görebilmekte olduğum amına kilitlenmişti tabii. 

- "Ne görüyorsun sevgilim..?" diye sordu karım, "Ohhh söyle bana hadi..."

- "Amını görüyorum..."

- "Söyle bana sevgilim... Nasıl görünüyor amım..?"

- "Dudakları şişmiş... Sulanmış..."

- "Ayakkabıcıda da aynı böyle oldu işte sevgilim... Vıcık vıcık sulandı amım... Oğlana gösterdikçe, daha da çok sulandı üstelik... Tanrım, bir görebilseydin sevgilim... Yüzü kıpkırmızı olmuştu... Siki öyle bir kalkmıştı ki, neredeyse pantolonunu yırtacaktı sevgilim... Amımdan başka bir yere bakamıyordu sanki... Büyülenmiş gibiydi... Ohhhh büyülenmiş gibiydi... Birini çıkarıp, öbürünü giydiriyordu ayakkabıların... Elleri alev alev yanıyordu... Parmakları bileklerimde, ayaklarımda dolaşırken içim eriyordu sevgilim... Beni sikmek için çıldırıyor ve bunu hiç bir şekilde gizleyemiyordu... Ohhhh çok güzeldi... Sikmek istiyordu beni... Ohhhh ben de ona vermek istiyordum o anda sevgilim... Ama buna imkan yoktu... Gerçi dükkanda ikimizden başka kimse yoktu ama kapı açıktı... Vitrinin önünden geçenler oluyordu... Çaresizdik ikimiz de... O beni gözleriyle sikmekten başka bir şey yapamıyordu, ben de gösteriyordum ona... Ohhhhh amımı gösteriyordum sevgilim... Seyredilirken nasıl sulandığımı gösteriyordum... Amımım içine sik alabilmek için nasıl açıldığını gösteriyordum sevgilim..."

Doğruyu söylemek gerekirse, ben de büyülenmiş gibiydim. Karımın anlattıkları beni delirtiyordu. Ağzından çıkan her sözcük beynimi delip geçiyor ve doğrudan sikime gidiyordu sanki. 

- "Sonra ne oldu biliyor musun..?" diye devam etti, "Ohhhh inanılmaz bir şey oldu sevgilim... Beli geldi oğlanın... Ohhhhh beni seyrederken, gözleriyle sikerken belini getirdi... Benden gizlemeye çalıştı ama buna imkan yoktu... Belini getiriyor, pantolonunun içine fışkırtıyordu... Ohhhhh bu o kadar güzeldi ki sevgilim... Çıldıracağımı sandım bir an... Benim de belim geldi o zaman... İnleye inleye hem de... Ohhhhh inleye inleye... Pantolonunun önünde, kocaman, ıslak bir leke oluşmuştu... Bu ağzımı sulandırdı sevgilim... Ohhhh ağzımı sulandırdı..."

Eğer devam ederse, ben de tıpkı o oğlan gibi belimi getirecektim pantolonumun içinde. Kıpırdanıp, dışarı çıkmaya uğraşan sikimi biraz rahatlatmaya çalıştım. Karım konuşmayı sürdürüyordu.

- "Orada oğlanın önünde öylece otururken, ona amımı gösterirken, gözlerimi de onun ağzından alamıyordum... Dudakları etliydi... Büyük bir ağzı vardı... Birden çıldırıp başını bacaklarımın arasına sokmasını, o şehvetli dudaklarını amıma yapıştırıp beni yalamasını istiyordum... Ohhhh çok istiyordum hem de sevgilim... Dili içime girsin, bızırımla oynasın, beni zevkten delirtsin istiyordum... Ama yapamazdı bunu da... Orada yapamazdı... Ama şimdi sen yapabilirsin sevgilim... Hadi yala beni... Hadi amımı yala n'olur... Ohhhhh amımı yala... Ohhhhhh yala..."

Bacaklarını iyice birbirinden ayırmıştı şimdi. Amı sanki çeşme gibi akıyordu. kanepenin üstünü iyice ıslatmıştı. Sözlerini tekrarlamasını beklemedim. Dizlerimin üstünde doğrulup başımı kasıklarına gömdüm. Am sularının tadına doyum olmayacak lezzeti ağzıma doldu. Deli gibi yalamaya başladım.

Daha dilim amına ilk dokunduğu anda belini getirdi Barbro. Yine çığlık çığlığaydı. Hiç durulmuyor tüm vücudu sarsılıyor, kıvranıyordu. 

- "Ahhhh keşke o da yalayabilseydi beni..." dedi soluk soluğa, "Ahhhh ne kadar güzel olurdu sevgilim... Gerçekten delirirdim zevkten... Ohhhhh delirirdim... Tıpkı böyle yalayabilseydi keşke beni... Ohhhhhh.... Ohhhhh... Iımmnnnnhhh... Ahhhhhhh..."

Kendimi daha fazla tutmama olanak kalmamıştı. Birden ayağa kalkıp pantolonumu ve donumu çıkardım. Sikim bir nabız gibi atıyordu. Sonra yeniden girdim karımın bacaklarının arasına. Kısık gözlerle beni seyrediyordu. Alabildiğine açılmış amı, sikimi sanki yuttu. Kendimizden geçercesine sikişmeye başladık. 

Yemek için bile zor zaman bulduk o akşam. Ya ben onu seyrederken aklıma bir şeyler geliyor ve sikim kalkıyordu, ya da o konuşa konuşa beni deli ediyor ve yine sikişiyorduk. Sonunda baygın düştük. 

Cuma akşamı eve geldiğimde de, yine kaldığımız yerden devam ettik. Tanrım, onu sikmeye doyamıyordum. Durmadan sikimi kaldırıyordu. Tepeden tırnağa am kesilmişti sanki. 

En sonunda yatakta yorgun yorgun yatarken, aklıma önümüzde iki tatil günü olduğu geldi. Bunu düşünmek bile heyecan vericiydi doğrusu.

- "Bu hafta sonu meyve ısmarlayacak mısın..?" diye sordum karıma.

- "Elbette ki hayır sevgilim... Manavın işi bitti... Kendimi o hayvan gibi herife bir kere daha siktirmeyi düşünmüyorum..."

- "Öyle mi..? Ben de zannetmiştim ki..."

- "Ne zannettiğini biliyorum sevgilim... Ya da daha doğrusu ne beklediğini... Beni sikilirken seyretmek istiyorsun yine... Öyle değil mi..?"

- "Evet..."

- "Merak etmene gerek yok sevgilim... Bunu yapabileceksin... Seyrettireceğim sana... Nasıl sikildiğimi seyrettireceğim... Başkaları karını nasıl sikiyorlar, onu zevkten nasıl inletiyorlar, seyrettireceğim sana..."

- "Ama manav..."

- "Manavı unut sevgilim... Söyledim ya, onun işi bitti... Yalnızca onun değil, kimsenin beni iki kere sikmesini istemiyorum ki... Benim erkeğim sensin... Ayrıca hayvan gibiydi manav..."

- "Bence de, bundan sonra biraz daha kaliteli çevrelerden birilerini bulmalısın galiba..."

- "Buna da katılmıyorum sevgilim... Ben kendime sevgili aramıyorum ki... Benim tek istediğim sik... Benim için kalkıp sertleşmiş, kocaman bir sik... Kapkara ve kıllı bir Türk siki yalnızca... Sevgiliye ihtiyacım yok... Sevgilim sensin..."

Sustum yine. Kafasından bir şeyler geçtiğine emindim. Ama fazla konuşmak istemiyordu galiba. En iyisi beklemekti. 

Ertesi gün ancak öğlene doğru uyandık. Yine birlikte duşa girdik. Eskiden de birbirimizi yıkamaktan hoşlanırdık ama, şimdi daha da güzel hale gelmişti bunu yapmak. Karım yine siki sabunlamış, güya yıkıyordu ama. aslında yalnızca okşuyor ve beni müthiş tahrik ediyordu. 

- "Biliyor musun sevgilim..?" dedi sonra da, "O dükkanda beğendiğim üç çift ayakkabı daha vardı aslında..."

Sikim birden bire kalkıverdi. Ayakkabılardan söz etmesi, aklıma ayakkabıcıyı ve orada olup bitenleri getirmişti aklıma. 

- "Beraber mi gideceğiz onları da almaya..?" diye sordum hemen.

- "Buna gerek kalmayacak sevgilim... Çocuğa onları ayırmasını söylemiştim... Telefon ederim ve buraya getirmesini isterim... Elindeki her şeyi bırakıp geleceğine eminim... Ohhhh daha sesimi duyar duymaz sikinin kalkacağına da eminim..."

- "Doğru bir seçim yaptığına da emin misin peki..?"

- "Ne gibi..?"

- "Söylediğine göre, oğlan seni yalnızca seyrederken belini getirmemiş miydi..?"

- "Ohhhhh evet sevgilim..."

- "İşi çabuk bitmez mi o zaman..?"

- "Ahhh sevgilim... Gencecik o... İçi bel doludur... Belki çabuk gelir ama, eminim bitmek tükenmek bilmez... Eminim durmadan siker beni... Defalarca siker beni sevgilim... Siki de kocamandı zaten... Ahhhh inmek bilmez siki... Ohhhh, nasıl siker beni biliyor musun..?"

Yine sustum. Haklı olabilirdi karım. Zaten elinin hareketleri öyle bir hale gelmişti ki, istesem de konuşamazdım artık. En dibinden başına kadar okşuyordu sikimi. Sonra önümde çömeldi. Şimdi, düpedüz otuzbir çektiriyordu bana. 

- "Daha sikileceğimden söz ederken kalkıyor sikin sevgilim..." dedi sonra da, "Beni sikilirken seyretmek fikri bile sikini taş gibi yapıyor... Ohhhh çok güzel... Bu çok hoşuma gidiyor... En az sikilmek kadar hoşuma gidiyor hem de... Ohhhhh... Şimdi o ayakkabıcı oğlana telefon edeceğim, buraya gelecek ve beni sikecek... Gözlerinin önünde sikecek beni sevgilim... Düşün ne adar güzel olacak... Ohhhh düşün..."

Belim fışkırmaya başladı. Ağzını iyice açtı karım. Tohumlarım havada kavisler çizerek ağzının içine dolmaya başladı. Gözlerinin zevkle parladığını görebiliyordum. Düşmemek için duş borusuna tutunmak zorunda kaldım. 

Sabah kahvaltısıyla öğlen yemeğini birarada hallettik. Sonra dükkana telefon edip, oğlanla konuştu karım. Kendini hatırlatması, hiç de zor olmamıştı. Tabii ki getirirdi ayakkabıları. Ama ancak saat yedide dükkanı kapattıktan sonra. Yapacak bir şey yoktu. Çaresiz kabul etti Barbro. Üstelik bu durumdan kendine göre olumlu bir sonuç çıkarmayı da bildi.

- "Böylesi daha iyi oldu sevgilim..." dedi, "Dükkana hemen dönmesi gerekmeyeceği için bol bol vakit olacak... İstediğim gibi, defalarca siktirebilirim kendimi ona... Ohhhhh defalarca siktirebilirim..."

Sonra, ayakkabıcının geleceği saate kadar evde oturup onu beklememeyi kararlaştırdık. Bu özellikle benim açımdan iyi olmuştu tabii. Çünkü tüm bu süre boyunca, durmadan sikmek isteyecektim karımı. Sonunda oğlan geldiğinde de, muhtemelen içi boş bir torbaya dönüşmüş olacaktım. Barbro'nun hep yapmak istediği bir şeyi yapmaya karar verdik sonra da. Topkapı Sarayı'nı gezdirecektim ona. Ama giyindiğinde, yapacağımızın basit bir müze gezintisi olmadığı çıktı ortaya. Üstünde biraz bolca ve uçuk mavi bir atlet fanilası vardı. Kol altları o kadar derindi ki, neredeyse beline kadar iniyordu. Bu da, yandan bakıldığında, memelerinin dış taraflarının görülmesine neden oluyordu. Altına da bir blucin şort giymişti. Eski bir pantolonu keserek, kendi yapmıştı bu şortu. Liflenmiş paçaları o kadar kısaydı ki, arkadan bakıldığında kıçının yanakları görünüyordu. Ayaklarına da, önceki gün aldığı ayakkabılardan birini geçirmişti. Alabildiğine yüksek topuklu, parmaklarının tümün açıkta bırakan ve yalnızca bir kaç mavi deri banttan ibaretti bu ayakkabılar. Ayağından çıkmaması için, ayak bileklerine dolanıp bağlanıyordu bu bantlar. 

Müze gezisi boyunca sikimin hiç inmeyeceğini anlamıştım. Yeniden yatak odasına çıkıp dolapları karıştırdım ve spor yaptığım yıllardan kalma bir süspansuar buldum kendime. Daracık elastiki kumaş, sikimi ve taşaklarımı sımsıkı sarıp, karnıma yapıştırmıştı. Gerçi bu sıcakta oldukça rahatsız edecekti beni ama, ortalıkta şortumun önünü çadır gibi kabartan kalkmış bir sikle gezemeyeceğimi de biliyordum. 

İnanılmaz kalabalıktı Topkapı Sarayı. Arabayı, dış giriş kapısından bir haylı uzakta parketmek zorunda kalmıştım bu yüzden. İnip kapıya doğru yürümeye başladığımız andan itibaren de, çevremiz, bakışlarını karımın üstünden ayıramayan, onu gözleriyle siken erkeklerle doluştu tabii. Her tarafımızda kalkmış sikler vardı. 

Barbro'nun yabancı olduğunu hemen anlıyorlardı tabii. Galiba ben de pek Türk'e benzemiyordum. Bunda giyiniş tarzımın da etkili olduğunu anlamıştım. Üstelik aramızda İsveç'ce konuştuğumuzu da duyuyorlardı. Belki de bu nedenle, aralarında karımla ilgili olarak yorumlar yapmaktan kaçınmıyorlardı. Hem de yüksek sesle. "ufff yavrum amcığa bak" ya da "ne götmüş be" türünden yorumlara, daha dış kapıya varamadan alışmıştı kulaklarım. O süspansuarı bulup giydiğim için çok mutluydum. Sikim kalkıp kazık gibi olmuştu yine. Ama süspansuar onu sıkı sıkı bastırmıştı karnıma ve biraz bol şortumun altından belli olmuyordu. 

İç bahçe de alabildiğine kalabalıktı. Porselen bölümünden başladık gezimize. Küçük bir erkek kalabalığını da peşimizden sürüklüyorduk. İç mekanı oldukça küçük olan Hazine bölümüne geldiğimizde, içerisi tıklım tıkış doluydu. Barbro, birbirinden değerli, birbirinden eşsiz eserleri seyrederken mutlu görünüyordu. 

- "Biliyor musun sevgilim..." dedi birden, "Türkler'in iki özelliğini daha keşfettim... Birincisi, galiba hepsi götçü... Bir de dokunmaya meraklılar..."

- "Bir şey mi oldu..?"

- "Hep oluyor sevgilim... Ohhh hep oluyor... Durmadan orama burama dokunuyorlar... Fırsat buldukları her an elleri üstümde... Özellikle de kalçalarımda... O yüzden götçü oldukları sonucunu çıkarıyorum zaten... Bazıları da inanılmaz cesaretli... Az önce biri elini bacaklarımın arasına sokuverdi arkadan... Ohhhh çok güzeldi... Belim gelecekti neredeyse..."

Karnımın içinde bir ateş topu oluşmasına neden olmuştu bu sözler. Tanrım nasıl bir kadındı karım? Yaptıklarının, söylediklerinin her biri, aslında bir koca için kabustu belki ama, beni inanılmaz biçimde tahrik ediyor, ona duyduğum aşkı daha da büyütüyordu. 

Hazine'den çıkınca, hemen aşağıdaki kafeteryaya gidip biraz oturduk. Barbro otururken daha da öldürücü olmuştu. İskemlesini biraz yan çevirmiş ve dizleri birbirinden aralık oturmuştu. Şortunun küçücük ağı sırılsıklam ıslanmış ve amının dudakları arasına girmişti. Öyle ki, dikkatli bakan biri, amının iyice şişmiş dış dudaklarını bile görebilirdi. Çevremizde en bol olan da buydu zaten. Ona dikkatle bakan birileri. 

- "Ulan ilik gibi karı be..." dediğini duydum arkamdaki masada oturanlardan birinin, "Her tarafı am..."

- "Sikerdin değil mi..?" diye sordu arkadaşı.

- "Offf hem de ne biçim sikerdim oğlum... Baksana yerinde duramıyor... Yarrağı yedikçe daha da azar böyleleri..."

- "Yanındaki nesi acaba..? Kocası mı ne..?"

- "Onu boşver... Pezevenk midir nedir..? En iyisi karıyı sikeceksin, herife de seyrettireceksin... Belki de zevk alır godoş..."

Beynime işlemişti bu sözler. Hepsinin doğru olduğunu biliyordum. Karımın her tarafının am olduğu doğruydu. Yerinde duramadığı da. En doğrusu da, sikildikçe daha azdığıydı tabii. Üstelik son sözleri de doğruydu herifin. Onu sikilirken seyretmek, bana inanılmaz bir zevk eriyordu. 

Sonra kalkıp Harem bölümüne gittik. Burada insanları guruplar halinde alıyorlardı içeriye. Sıraya girip, bir süre beklemek zorunda kaldık. Çevremizdeki büyük çoğunluk turistlerdi. İçeri girdiğimizde, bir rehberin İngilizce anlattıklarını dinleyerek dolaşmaya başladık. İlk durak, cariyelerin odalarının bulunduğu bölümdü. Sonra da padişahların odalarına geldi sıra. Halvet Odası'ndaki geniş sedir karımın ilgisini çekmişti. 

- "Padişahların hep böyle çok karıları mı vardı sevgilim..?" diye sordu. 

- "Çok... Ama genelde hepsinin bir tane asıl karıları varmış... Ondan sonra da cariyeler işte... Hepsi birbirinden güzel cariyeler... Canının istediğini, canı istediği anda sikermiş padişah... Bazıları da iyice meraklıymış buna... Kuvvet macunlarıyla güç toplayıp, alem yaparlarmış..."

- "Hiç kadın padişah yok değil mi..?"

- "Yok..."

- "Keşke ben padişah olabilseydim..."

- "Nasıl yani..?"

- "Yani o zaman seni asıl kocam yapardım... Haremi de erkeklerle doldururdum... Canımın istediğine, canımın isteği anda siktirirdim kendimi... Sen de seyrederdin sevgilim... Ohhh seyrederdin..."

Yine kanımı tutuşturmuştu işte. İnanılmaz bir kadındı karım. Bunu her an biraz daha iyi anlıyordum. Kafası, değişik bir biçimde çalışıyordu. Ve bundan şikayetim yoktu benim de. Şikayet ne kelime, deli gibi mutluydum. 

- "Her halde Osmanlı tarihinin bir bölümüne "Sikiş Dönemi" adı verilirdi o zaman..." dedim.

- "Ohhhhhh..."

Sonunda sarayı gezmeyi tamamlayıp arabamıza döndük. Peşimizde yine küçük bir kalkmış sikler ordusu vardı tabii. Onları orada bırakıp, sahil yoluna indim. Daha zamanımız vardı. Sağ şeritten yavaş yavaş gidiyordum. Cankurtaran'a geldiğimizde Barbro'nun gözleri deniz tarafını dolduran yüzlerce erkeğe takıldı tabii. Kimi mayolu, kimi şortlu, kimi de donlu, müthiş bir erkek kalabalığı vardı. Manzara, şaşırmasına neden olmuştu.

- "Burası da ne böyle sevgilim..." diye sordu, "Baksana sik tarlası gibi..." 

- "Burası para durumu pek iyi olmayanların denize girdikleri yer..."

- "Hiç kadın yok ama..."

- "Normal... Bir kadın için buraya gelmek büyük cesaret işi..."

- "Ahhhh keşke buraya getirseydin beni o zaman..."

- "Ama burası çok pis bebeğim... Denize girmek de çılgınlık... Her türlü pislik vardır denizde..."

- "Denize girmekten kim söz ediyor sevgilim... Ben denize değil, bu sik tarlasının içine girmek istiyorum..."

- "Ama bu biraz tehlikeli... Her şey olabilir burada..."

- "Neyse... Zaten şu anda imkansız... Ama aklımızda olsun, olur mu..?"

Karımın sınır tanımazlığı giderek ortaya çıkıyordu işte. Gözleri yarı çıplak erkek vücutlarının üstünde büyük bir açlıkla dolaşıyordu. Bu zevkine engel olmamak için, çok yavaş kullanıyordum arabayı. Sarayburnu'na geldiğimizde, artık seyredebileceği bir şey kalmamıştı. O zaman kafeteryadaki adamların konuşmalarını anlattım ona. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder